Türkiye ve Paris Anlaşması Türkiye’nin Paris Anlaşması Konusundaki Çekinceleri Nelerdir?

Paris Anlaşması, Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında sona erecek olması nedeni ile uluslararası ölçekte uygulamaya konacak bir iklim düzenlemesine duyulacak ihtiyaç gözetilerek, 2015 yılında Fransa’nın Paris kentinde gerçekleştirilen 21. Taraflar Konferansı’nda (“COP21”), 2020’den sonra geçerli olmak üzere kabul edilmiştir. Anlaşma, 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Paris Anlaşması’nı, 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamış olmasına rağmen anlaşma bu zamana kadar meclis onayından geçmediği için taraf değildi. Türkiye, Paris Anlaşmasını onaylamamış tek G20 ülkesi olması bakımından uluslararası çevreler ve sektör temsilcileri başta olmak üzere birçok farkı kesimin eleştirilerine maruz kalmıştı. Türkiye’nin Paris Anlaşmasını imzalamış olmasına rağmen bu zamana kadar meclis onayına sunmamış olmasının ana sebebi, Türkiye’den “gelişmiş ülkeler” olarak nitelendirilen EK-1 Listesinde yer alıyor olmasıdır. Peki gelişmiş ülke olarak kabul edilme hususunda Türkiye’nin çekinceleri nelerdir? Paris Anlaşması, iklim krizi bakımından küresel mücadeleyi öngörmekle beraber, anlaşmanın 6. maddesi ile gelişmiş ülkelere bir takım mali yükümlülüklerin getirilmektedir. Anılan madde ile gelişmiş ülke olarak sayılan EK-1 ülkeleri, iklim krizi ile mücadele edilebilmesi adına düşük karbonlu teknolojilere geçilmesi gibi yüksek maliyet gerektiren süreçlerin gelişmemiş ülkelerde de uygulamaya konulması adına ekonomik destekte bulunmakla yükümlü olacaktır. Buna ek olarak, iklim finansmanlarının ve kamu fonlarının gelişmekte olan ülkelere öncelikli olarak aktarılması öngörülmektedir. Türkiye’nin ana çekince noktası, gelişmekte olan ülke kategorisinde yer alması dolayısı ile iklim fonlarından öncelikli olarak yararlandırılamayacak olmasıydı. Zira yeşil iklim fonu kapsamında toplanacak toplam finansmanın 2020 yılından itibaren azaltım ve uyum hedefleri doğrultusunda gelişen ülkelere yıllık toplam 100 milyar dolar kaynak aktarılacağı belirtilmiş olup, bu fondan ağırlıklı olarak en az gelişmiş ülkelerin ve ada devletlerinin yararlanması planlanıyor. 

Fon kapsamında tasarlanan kredi olanaklarına bakıldığında, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele için ihtiyaç duyduğu fonlara Çin gibi gelişen ülkelerle aynı şartlarda ulaşamaması ilk bakışta adil gözükmüyor. Ancak, Türkiye’nin bu yaklaşımı, Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası (EBRD), Fransız Kalkınma Ajansı (AFD), UNDP, Alman Yatırım Bankası (KfW), Avrupa Yatırım Bankası ve Dünya Bankası gibi pek çok finansal kurum aracılığıyla iklim finansmanına erişebiliyor olması nedeni ile yersiz bulunmakta ve eleştirilere konu edilmektedir. Üstelik 2013-2016 yılları arasını inceleyen bir çalışma Avrupa Birliği kurumlarının iklim fonlarından en fazla yararlanan ülkenin yılda ortalama 667 milyon Euro ile Türkiye olduğunu ortaya koymuştur. Tüm bu eleştiriler ve ülkemizin Paris Anlaşmasını onaylamayan tek G20 ülkesi olması ile bürokratik sahada düştüğü zor durum neticesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Konferansında yaptığı açıklama ile, Paris Anlaşması’nın iç hukukumuzda onaylanması süresinin 1-12 Kasım tarihleri arasında İskoçya’nın Glasgow kentinde gerçekleştirilecek COP21 zirvesinden önce onaylanacağını ifade etti. Bu gelişme ile ülkemizin iklim finansmanı kapsamında sağlanacak fonlardan yararlanma adına müzakere edebilirliğinin sağlanacağı düşünmektedir. Buna ek olarak, Türkiye’nin COP21 zirvesinde EK-1 listesinden çıkartılması önerisini müzakereye sunacağı beklenmektedir. Yapılan açıklama kapsamında Türkiye’nin 2053 yılı için yeni karbon nötr hedeflerini içerir ulusal katkı beyanlarını sunacağı da belirtilmiştir.

  1. Paris Anlaşması Ne Gibi Düzenlemeler İçermektedir?

Paris Anlaşması, küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla 2 derece sınırında tutulması ve hatta tercihen 1,5 derece düşürülmesi ve karbon salınımının dünya genelinde 2030 yılına kadar %50 azaltılması ve 2050 yılına kadar sıfıra indirgenmesini hedeflemektedir. Paris Anlaşması ile ortaya konan bu hedefler, iklim krizi ile mücadelenin ulusal düzeyde sağlanacak katkılar aracılığı ile küresel ölçekli azaltım sağlanmasını amaçlamaktadır. Paris Anlaşması, tarafların iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine olan dirençlerini arttırmayı ve “düşük sera gazı emisyonları ve iklime dirençli kalkınma yolunda tutarlı bir finansman akışı” sağlamayı hedefliyor. Paris Anlaşması, tarafların her biri tarafından küresel iklim hedeflerine ulaşılması bakımından gerçekçi ve ulaşılabilir bir ulusal katkı beyanında bulunmasını öngörmektedir. Paris Anlaşması, “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesini prensip olarak benimsenmiştir. Bu prensibe göre ülkelerin küresel iklim eylemlerine, kendi imkanları doğrultusunda mümkün mertebe katkı sunmaları öngörülmektedir.  Ülkelerin ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler ilkesi uyarınca gerçekleştirecekleri azaltım, uyum, finans, teknoloji transferi ve kapasite inşası konusundaki Anlaşma’nın temel hedefini yerine getirmeye yönelik faaliyetlerinin yer aldığı “Ulusal Katkı Beyanlarını” her beş yılda bir sunmaları öngörülmüştür. 

  1. Türkiye’nin Paris Anlaşması Kapsamındaki Durumu Nasıldır?

Türkiye, 30 Eylül 2015 tarihinde ulusal katkı beyanını sunmuş olup, beyan kapsamında ülkemiz emisyonlarının 2030 yılı itibariyle emisyon artışında %21 oranında azaltma taahhüdünde bulunmuştur. Bu beyan esasen mutlak bir azaltım taahhüdü vermemekle beraber, yıllar içerisinde yaşanacak ekonomik büyüme ve yatırımlar dolayısı ile artabilecek toplam emisyonun %21 oranında azaltılacağı beyan edilmektedir. Türkiye tarafından sunulan bu katkı beyanı Paris Anlaşması kapsamında “referans senaryodan azaltım” beyanı olarak kabul edilmektedir. Paris Anlaşması kapsamında ülkelerin ulusal katkı beyanlarını; mutlak azaltım, tavan emisyon yılı, emisyon yoğunluğu ve ülkemiz gibi referans senaryodan azaltım şeklinde verebilecek olup, söz konusu beyanın nasıl ve ne zaman verileceği taraf ülkelerin inisiyatifine bırakılmıştır. Zaten ülkemiz Paris Anlaşmasının imzalanması kapsamında ekonomik büyüme ve nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında mutlak emisyon azaltımı yapmasının imkansız olduğu konusundaki çekincelerini bildirmişti. Paris Anlaşması, taraf ülkelere emisyon azaltımı yükümlülüğü getirmemekle beraber, ülkeleri emisyon azaltımına ilişkin ulusal katkı beyanlarını sunmaya ve bu beyanları her beş yılda bir güncelleyerek iyileştirmeye teşvik etmektedir. Ülkemizin Paris Anlaşması’nı imzalaması ile ekonomik, enerji ve üretim stratejilerinin değişeceği ve sanayi değişiminin kaçınılmaz olduğu aşikardır. Ülkemizin iklim değişikliğinin getirdiği yeşil dönüşüm hareketlerine uyum sağlaması ve ekonomisini yeni iktisadi düzene entegre etmesi yalnızca Paris Anlaşması kapsamında değil, Avrupa Birliği tarafından yayınlanan Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Sınırda Karbon Düzenlemesi gibi regülasyonların getireceği mali sonuçlara olan direnci de artacaktır. TÜSİAD tarafından 2020 yılında hazırlanan bir rapora göre, Sınırda Karbon Düzenlemesi’nin devreye girmesi ve ton başına karbon vergisinin 30,00.-Euro olarak belirlenmesi halinde, bunun Türkiye ihracatına maliyetinin 478 milyon Euro ile 1 milyar 85 milyon Euro arasında; 50,00.-Euro olursa, 797 milyon ila 1 milyar 809 milyon Euro arasında olması öngörülüyor. Geçtiğimiz 30 Ağustos günü, Avrupa Birliği piyasasında işlem gören ton başına karbon fiyatının 60,00.-Euro sınırı aştığı göz önüne alındığında, ülkemizin iklim krizine uyum konusunda gerekli önlemleri almaması ve harekete geçmemesi halinde çok daha ağır ekonomik sonuçlara maruz kalacağı aşikardır.

III. SONUÇ

Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin Paris Anlaşmasını onaylayacağını duyurması ve 16 Temmuz 2021 tarihli Resmi Gazete’de Ticaret Bakanlığı tarafından yayınlanan “Yeşil Mutabakat Eylem Planı” iklim krizinin ülkemiz açısından bir fırsata çevrilmesi ve küresel iş birliğinin önemli bir parçası olunması adına oldukça olumlu gelişmelerdir.