Trump yönetimi tarafından yayımlanan Kararname doğrultusunda ABD Adalet Bakanlığı, New York ve Vermont eyaletlerinde kabul edilen ve fosil yakıt şirketlerini iklim değişikliği maliyetlerine katılmakla yükümlü kılan yasal düzenlemelere karşı yargı yoluna gitmiştir. Bu hukuki girişim, enerji bağımsızlığı ve ekonomik güvenlik gerekçeleriyle desteklenmekte, çevresel adalet ve iklim sorumluluğu konularında eyalet yetkilerinin sınırlarının tartışmaya açılmasına neden olmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde federal hükümet ile bazı eyalet yönetimleri arasında iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik uygulamalar çerçevesinde yeni bir hukuki tartışma gündeme gelmiştir.

New York ve Vermont eyaletlerinde kabul edilen ve fosil yakıt şirketlerinden iklim değişikliği kaynaklı zararların tazmini amacıyla mali yükümlülük talep eden yasal düzenlemelere karşı, ABD Adalet Bakanlığı ve 24 eyaletin başsavcılığı tarafından dava açılmıştır.

Söz konusu davalar, yalnızca enerji politikaları değil, aynı zamanda eyalet-federal yetki çatışması, çevresel sorumluluk ilkeleri ve ulusal enerji stratejileri açısından da önem arz etmektedir.

İlgili Yasal Düzenlemeler: İklim Değişikliği Süper Fon Yasası

Vermont Eyalet Meclisi tarafından Mayıs 2024’te kabul edilen, ardından New York Eyaleti tarafından da benimsenen “Süper Fon” (Climate Change Superfund Act) yasaları, fosil yakıt şirketlerinin geçmişteki sera gazı salımlarına dayalı olarak, iklim değişikliğine uyum sağlamak amacıyla yapılacak altyapı yatırımlarının ve iklim kaynaklı kayıpların finansmanına katkıda bulunmalarını öngörmektedir.

Bu yasalar çerçevesinde, şirketler küresel ısınmaya yaptıkları katkı oranında maddi sorumluluk altına alınmaktadır.

New York yasası uyarınca, şirketlerin 2050 yılına kadar yaklaşık 75 milyar dolarlık bir ödeme yapmaları beklenmekte olup bu miktar yıllık yaklaşık 3 milyar dolara tekabül etmektedir.

Federal Müdahale ve Trump Yönetiminin Stratejisi

Söz konusu eyalet yasalarına karşı federal düzeyde ilk müdahale, Nisan 2025’te Başkan Donald Trump tarafından imzalanan bir başkanlık kararnamesiyle başlamıştır. Kararname, Adalet Bakanına, iklim değişikliği, çevresel adalet, ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim) girişimleri ve sera gazı emisyonlarını düzenlemeye yönelik tüm eyalet ve yerel yasaların anayasal çerçevede olup olmadığını değerlendirme ve uygun olmayanların uygulanmasını durdurma talimatı vermektedir. Bu kapsamda, Adalet Bakanlığı tarafından New York ve Vermont eyaletlerine karşı ayrı ayrı federal davalar açılmıştır. Adalet Bakanı yaptığı açıklamada, bu tür yasaların Amerikan enerji bağımsızlığını ve ekonomik güvenliğini tehdit ettiğini ifade etmiştir.

Federal davalara paralel olarak, Batı Virginia Başsavcısı liderliğinde 24 eyaletin başsavcıları da Vermont ve New York yasalarına karşı ortak davalar açmıştır. Bu davalarda, Amerikan Ticaret Odası (U.S. Chamber of Commerce) ve Amerikan Petrol Enstitüsü (American Petroleum Institute) gibi sektör temsilcileri de davacı taraf olarak yer almaktadır.

Batı Virginia Başsavcısı, söz konusu düzenlemelerin geleneksel enerji üreticileri için yıkıcı olacağını, bu şirketlerin faaliyetlerini sonlandırma veya daha az çevresel düzenlemeye tabi ülkelerde (Çin, Hindistan, Rusya gibi) üretim yapmaya yönlendirilme riski taşıdığını ileri sürmektedir.

Ayrıca, bu yasaların mali yükünü nihayetinde tüketicilerin üstleneceği savunulmaktadır.

Tartışma ve Hukuki Değerlendirme

Bu davalar, Amerikan hukuk sisteminde federal ve eyalet yetki alanlarının sınırlarını belirleme açısından emsal teşkil edebilecek niteliktedir. Eyaletler, kendi topraklarında çevre koruma ve kamu sağlığı ile ilgili yasal düzenlemeler getirme yetkisine sahip olmakla birlikte, federal hükümetin enerji politikalarıyla çelişen uygulamaların anayasaya uygunluğu tartışma konusudur.

Aynı zamanda bu dava, çevresel zararların “kirleten öder” ilkesi kapsamında fosil yakıt şirketlerine mal edilip edilemeyeceği yönünde hukuki bir değerlendirmeyi de içermektedir.

New York ve Vermont’un iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında kabul ettiği Süper Fon yasaları, fosil yakıt şirketlerinden geçmiş çevresel zararların tazminini sağlamayı hedeflemektedir. Ancak bu girişimler, federal hükümetin enerji bağımsızlığı politikalarıyla ve anayasal yetki sınırlarıyla çatışma potansiyeli taşımaktadır. Sürecin nasıl sonuçlanacağı, ABD’nin iklim değişikliği ile mücadelede atacağı adımlar ve enerji politikalarının yönü açısından kritik önem arz etmektedir.