Trump yönetimi, uluslararası çevresel ve sürdürülebilirlik girişimlerinden geri çekilme stratejisinin bir parçası olarak, Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nı (SDG) reddettiğini ve ABD’nin bu süreçlere taraf olmayacağını resmen beyan etmiştir. Bu karar, SDG’lerin finansmanı ve uygulanabilirliği açısından küresel ölçekte olumsuz sonuçlar doğurabileceği gibi, çevresel ve iklim politikalarına yönelik çok taraflı iş birliği mekanizmalarının zayıflamasına da neden olabilecek niteliktedir. Ayrıca, çok uluslu şirketler açısından, farklı yargı alanlarında sürdürülebilirlik yükümlülüklerine uyum sağlama süreçlerinde ek düzenleyici belirsizlikler ve uyum maliyetleri doğurma potansiyeline sahiptir.

Birleşmiş Milletler’in (“BM”) 2015 yılında oybirliğiyle kabul ettiği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (Sustainable Development Goals – “SDGs”), küresel ölçekte ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirliği sağlamaya yönelik temel bir yol haritası olarak benimsenmiştir. 17 ana hedeften oluşan bu amaçlar, yoksulluğun ve açlığın sona erdirilmesi, nitelikli eğitime erişimin sağlanması, çevrenin korunması ve küresel eşitsizliklerin azaltılması gibi çeşitli konuları kapsamaktadır. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri’nin (“ABD”) Trump yönetimi bu küresel çerçeveyi açık bir şekilde reddetmiş ve SDG’leri tanımayacağını ilan etmiştir. Bu durum, uluslararası hukuk bağlamında çeşitli sonuçlar doğurmakta olup, devletlerin sürdürülebilir kalkınma yükümlülükleri ve küresel iş birliği ilkeleri açısından tartışmalara yol açmıştır.

ABD’nin bu tutumu, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konular Danışmanı (Economic and Social Affairs – “ECOSOC”) Edward Heartney tarafından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “Uluslararası Barışçıl Birlikte Yaşama Günü”nün ilan edilmesine ilişkin gerçekleştirilen oylama öncesinde açıklanmıştır.

ABD adına BM Genel Kurulu’nda konuşan Heartney, 2030 Gündemi ve SDG’lerin, ABD’nin egemenliği ile bağdaşmayan küresel bir yönetişim mekanizması teşkil ettiğini ve Amerikan vatandaşlarının hak ve menfaatlerine aykırı olduğunu belirtmiştir.

Ayrıca, Trump yönetimi, SDG’lerin cinsiyet ve iklim değişikliği politikalarına ilişkin hükümlerini de eleştirerek, bu alanlardaki yaklaşımları dayatmacı ve uygun bulmadığını ifade etmiştir.

Bu açıklama, Trump yönetiminin genel olarak uluslararası çevresel ve sürdürülebilirlik girişimlerinden çekilme politikasının bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Nitekim ABD, geçtiğimiz günlerde Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmiş, çeşitli iklim finansmanı projelerine sağladığı desteği durdurmuş ve sürdürülebilirlik alanında BM çatısı altında yürütülen çok taraflı iş birliği mekanizmalarına mesafeli yaklaşmıştır.

Hukuki ve Uluslararası Yönetim Açısından Sonuçları

Söz konusu açıklama, uluslararası toplumda geniş yankı uyandırmış ve küresel sürdürülebilirlik çabalarına yönelik ABD’nin gelecekteki tutumuna dair soru işaretleri doğurmuştur.

  • BM Kararlarının Bağlayıcılığı Açısından Değerlendirme

SDG’ler, BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen bir uluslararası politika çerçevesi olup bağlayıcı bir uluslararası hukuk metni niteliğinde değildir. Bu nedenle, ABD’nin SDG’leri reddetmesi uluslararası hukuk açısından doğrudan bir yükümlülük ihlali oluşturmamaktadır.

Ancak, BM üyesi devletler açısından SDG’ler, küresel iş birliği ve sürdürülebilir kalkınma alanında ortak bir taahhüt olarak kabul edilmektedir.

Bu bağlamda, ABD’nin geri çekilmesi, BM sisteminin normatif gücünü ve uluslararası sürdürülebilirlik çerçevesinin etkinliğini etkileme potansiyeline sahiptir.

  • Çok Taraflı İş Birliği Mekanizmalarına Etkisi

SDG’ler, yalnızca devletleri değil, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası finans kuruluşları gibi çeşitli paydaşları kapsayan çok taraflı bir yönetişim çerçevesi sunmaktadır. ABD gibi küresel bir aktörün bu süreçten çekilmesi ve sağladığı finansal desteği azaltması, SDG’lerin finansmanı, uygulanabilirliği ve denetlenebilirliği açısından bazı boşluklar doğurma potansiyeline sahiptir.

  • Çevresel ve İklim Politikalarına Etkisi

ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi ve SDG’lere mesafeli yaklaşımı, uluslararası çevre hukuku açısından bir geri adım olarak değerlendirilmektedir. İklim değişikliğiyle mücadele, doğası gereği küresel işbirliği gerektiren bir konu olduğundan, büyük emisyon kaynaklarına sahip devletlerin sürecin dışında kalması, uluslararası çevresel düzenlemelerin etkinliğini azaltabilir.

Sonuç olarak, SDG’ler her ne kadar bağlayıcı hukuki yükümlülükler getirmese de, küresel kalkınma politikalarının belirlenmesinde yönlendirici bir çerçeve sunmaktadır. Bu bağlamda, uluslararası toplumun ve diğer devletlerin SDG’lere olan bağlılığını sürdürmesi, küresel sürdürülebilirlik hedeflerinin korunması açısından kritik önem taşımaktadır.