2025 yılında ESG alanında küresel belirsizlikler artmış; ABD’de düzenleyici geri çekilmeler yaşanırken, AB’de bazı raporlama yükümlülükleri ertelenmiştir. Bu ortamda şirketlerin ESG stratejilerini; mevzuata uyum, risklerin azaltılması ve uzun vadeli kurumsal değerlerle uyum çerçevesinde şekillendirmeleri önem arz etmektedir. Özellikle tedarik zinciri denetimleri, iklim risk raporlamaları ve yeşil beyanlara ilişkin yasal hassasiyetler ön plana çıkmaktadır.
2025 yılı, çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) alanında faaliyet gösteren şirketler açısından belirsizliklerin arttığı, düzenleyici çerçevelerin dalgalandığı ve kavramsal tartışmaların yoğunlaştığı bir dönem olarak öne çıkmaktadır.
Küresel ve bölgesel düzeyde yaşanan siyasi gelişmeler ve hukuki düzenleme girişimleri, şirketlerin sürdürülebilirlik stratejilerinde yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda, değişen politik atmosfer, yalnızca mevzuat takibinden ibaret olmayıp, kurumsal değerler, paydaş beklentileri ve finansal sürdürülebilirlik arasındaki dengenin yeniden tanımlanmasını da gerektirmektedir.
Özellikle ABD’de federal düzeydeki çevre ve iklim politikalarının önceki yönetime kıyasla geri çekilmesi; Paris Anlaşması’ndan yeniden çıkılması, iklim politikalarının geri alınması ve federal düzeyde yürütülen çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) programlarının kaldırılması gibi adımlar ESG’ye ilişkin düzenleyici görünümü önemli ölçüde etkilemiştir.
Bununla birlikte, Avrupa Birliği (“AB”) nezdinde ise Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD), Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi (CS3D) ve Taksonomi Yönetmeliği’nin sadeleştirilerek bütüncül bir yapıya kavuşturulması amacıyla yürütülen mevzuat uyum çalışmaları ve Omnibus düzenlemesi, bazı şirketler için raporlama yükümlülüklerinin iki yıl ertelenmesine neden olmuştur.
Bu karmaşık ortamda, şirketlerin ESG yaklaşımını sağlam temellere oturtması, hem uyum yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri hem de uzun vadeli dayanıklılık kazanmaları açısından kritik hale gelmiştir. Bu çerçevede öne çıkan üç temel unsur şunlardır: uyum, riskin yönetilmesi ve stratejik yön tayini.
Uyum: Raporlama Yükümlülüklerine Hazırlık
Kaliforniya Eyaleti tarafından kabul edilen iklim raporlama düzenlemeleri (SB 253 ve SB 261), yalnızca Kaliforniya merkezli değil, burada ticari faaliyette bulunan yıllık geliri 1 milyar ABD dolarını aşan tüm şirketleri de kapsam altına alarak 2026 yılı itibarıyla Kapsam 1 ve Kapsam 2 sera gazı emisyonlarını; 500 milyon ABD doları üzerinde gelir elde eden şirketlerin ise iklimle bağlantılı finansal risk raporlarını kamuya açıklamaları zorunlu kılmıştır.
Uygulayıcı otorite olan Kaliforniya Hava Kaynakları Kurulu (California Air Resources Board – “CARB”) nihai yönetmelikleri henüz yayımlanmamış olmakla birlikte, kapsam dahilindeki şirketlerin şimdiden kapsam belirleme, veri hazırlama ve denetim süreçlerine yönelik teknik altyapıyı kurmaları tavsiye edilmektedir.
AB’de ise kabul edilen Stop-the-Clock Direktifi ile CSRD kapsamında bazı şirketler için raporlama yükümlülükleri ertelenmiş olmakla birlikte, üçüncü ülke menşeili ana şirketler bakımından 2029 yılına kadar uyum zorunluluğu geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla ABD merkezli ana şirketler, CSRD’ye hazırlık amacıyla açıklama boşluklarının tespiti, veri toplama süreçlerinin oluşturulması ve uyum takvimlerinin hazırlanması yönünde faaliyetlerine devam etmelidir.
Benzer şekilde, CS3D kapsamında tedarik zinciri düzeyinde yapılacak sürdürülebilirlik durum tespiti ve iklim geçiş planının hazırlanması için de gerekli ön hazırlıkların ivedilikle tamamlanması önem arz etmektedir.
Ayrıca, Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (International Sustainability Standards Board – “ISSB”) tarafından yayımlanan standartlar; Türkiye’de olduğu gibi Avustralya, Brezilya, Japonya ve Singapur gibi ülkelerde mevzuata entegre edilmekte olup, küresel ölçekte faaliyet gösteren şirketlerin bu gelişmeleri takip ederek ilgili yargı alanlarında uyum planları oluşturması gerekmektedir.
Son olarak, ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’nun (Securities and Exchange Commission- “SEC”) iklim risk açıklamalarına yönelik düzenlemesini mahkemede savunmaktan vazgeçmiş olması, mevcut ABD menkul kıymetler mevzuatı uyarınca halka açık şirketlerin, maddi nitelikteki ESG risklerini beyan yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Bu yükümlülüğe uyulmaması, hem düzenleyici işlemlere hem de yatırımcı dava riskine neden olabilecektir.
Riskin Yönetimi: Tedarik Zinciri ve Çevresel Beyanlar Üzerinden Kurumsal Sorumluluk
ESG risklerinin başlıca kaynakları arasında tedarik zincirine ilişkin yükümlülükler ve çevresel beyanların güvenilirliği yer almaktadır.
Tedarik zinciri kaynaklı riskler; zorla çalıştırma, çocuk işçiliği ve insan hakları ihlalleri nedeniyle şirketler açısından hukuki ve etik yükümlülük doğurmaktadır. Bu nedenle şirketlerin tedarikçi davranış kuralları oluşturması, denetim mekanizmaları kurması ve uluslararası risk değerlendirmesi yapması beklenmektedir. CS3D kapsamına giren şirketler açısından bu hazırlıklar, aynı zamanda yasal uyuma doğrudan hizmet edecektir.
Öte yandan, dünya genelinde artan sayıda yeşil aklama (greenwashing) vakası; şirketlerin çevresel beyanlarına yönelik hukuki ve idari soruşturmaları artırmıştır. ABD’de ürün odaklı yeşil iddialar geleneksel olsa da, artık kurumsal düzeyde “karbon nötr olma”, “net sıfır hedefi” veya “sürdürülebilir şirket” gibi geniş kapsamlı söylemler inceleme altındadır.
AB ve Birleşik Krallık’ta da düzenleyici kurumlar ile sivil toplum kuruluşları, reklamların geri çekilmesi, iyileştirme planlarının hazırlanması veya para cezalarının uygulanması yönünde adımlar atmaktadır. Bu bağlamda şirketlerin, tüm çevresel beyanlarını denetlemeleri, iddialar yayımlanmadan önce onay sürecinden geçirmeleri ve küresel düzeydeki mevzuat değişikliklerini düzenli olarak izlemeleri gerekmektedir.
Stratejik Yön Tayini: Şirket Değerleriyle Uyumlu ESG Yönetişimi
Her şirketin faaliyet alanı, paydaş kitlesi ve kurumsal değer seti farklılık göstermektedir. Bu nedenle ESG stratejileri de her kuruluş özelinde özelleştirilmelidir. Kısa vadeli uyum yükümlülüklerinin ötesinde; ESG’yi uzun vadeli değer yaratımı ve itibar yönetiminin bir parçası olarak ele alan şirketler, değişen yasal çerçevelere karşı daha dirençli hale gelmektedir.
“Şirketler açısından kurumsal önceliklerin netleştirilmesi, ESG kapsamında karşı karşıya olunan risk ve fırsatların belirlenmesi, yürürlükteki düzenlemelere uyum düzeyinin değerlendirilmesi ve mevcut açıkların tespit edilerek bunların kapatılmasına yönelik takvimin oluşturulması kritik önem taşımaktadır.
Sonuç olarak 2025 yılının ilk yarısı, ESG alanında hem düzenleyici karmaşıklık hem de kavramsal belirsizlikler açısından şirketleri zorlayan bir dönem olmuştur.
Ancak, şirketlerin hukuki uyum, etkin risk yönetimi ve uzun vadeli stratejik yönetişim ilkelerine dayalı bir yaklaşımı benimsemeleri, yalnızca mevzuata uyum sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda kurumsal dayanıklılık, paydaş güveni ve sürdürülebilir değer yaratımı açısından da kalıcı faydalar sağlayacaktır.